20 Eylül 2008 Cumartesi

HİÇ BEKLENTİSİZ SEVDİNİZ Mİ?

HİÇ BEKLENTİSİZ SEVDİNİZ Mİ?
Hiç beklentisiz sevdiniz mi? Yani bugün telefon etmedi demeden, şu an nerede acaba diye kendi kendinizi yemeden, yaş günümü hatırlayacak mı acaba diye bir beklenti içine girmeden... Sevdiniz mi hiç? Onun, size ait bir mal olmadığını kabul edip, onu özgür yaşamı ile sevmeyi denediniz mi? Yanında ki kız arkadaşına aldırmamayı öğrenip, ama aldırmıyormuş gibi yapmadan, gerçekten aldırmadan,- bitecekse biter, bunu ben değiştiremem, beni sevmeyi bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi -diye düşünüp. Onu yersiz kıskançlıklara boğmaktan ve kendinizi yıpratmaktan vazgeçebildiniz mi hiç? Hiç beklemeden çalan bir kapıda Onu karşınız da görmek ne güzeldir bilir misiniz?Beklemediğiniz bir anda hediye almak en sevdiğinizden.. Ve beklemeden gelen bir 'seni seviyorum 'mesajının tadına varabildiniz mi hiç? Siz istediğiniz için değil, O istiyor diye yapıldı mı tüm bunlar? Ve beklentisiz sevmemin tadına bakabildiniz mi hiç? Bugün beni hatırlamadı yerine..-hiç beklemiyordum , senin geleceğini -diyebilmek ne güzeldir oysa.. Onu boğmadan, kendinizi boğmadan, sevebilmek ne güzeldir... Sahiplenme duygusundan uzak, sevmenin, sevilmenin tadına varabildiniz mi hiç? Yapılmamış davranışlar, söylenmemiş sevgi sözcükleri ile kendi kendimizi aşk çıkmazında kaybedeceğinize, Hiç beklenmeyen bir demet çiçekle mutlu oldunuz mu? Beklentisiz sevin... Ben beklentisiz seviyorum… Niye aranmadım diye düşünüp kendini kendinizi yiyeceğinize hiç beklenmedik bir 'seni özledim 'masajı ile aşk ı yakalayın... Beklentisiz sevin... Ben beklentisiz seviyorum… O sizin sevgiliniz oldu için değil... Ona tapulu malınız gibi. Çantanız, arabanız gibi davranma hakkınız olduğunu düşünmeden. .Onu sevdiğiniz, onun da sizi sevdiği için, sevin… Sevgi ye karışan beklenti denen illeti hemen silin aşkın ak sayfalarından... Göreceksiniz ki O zaman aşk başka bir güzel... Göreceksiniz ki, O zaman sevgili daha bir romantik… Göreceksiniz ki O zaman sevmek ve sevilmenin damaklarda bıraktığı tat, Yıllanmış şarap gibi, Beklenti zehrine karışmadan bir başka döndürüyor insanın başını... Ben beklentisiz seviyorum… Onun nerede olduğunu merak etmiyorum... Beni bugün neden aramadı diye geçirmiyorum içimden, aramadığı zamanlar da… Geleceğe dair hayallerimde yok zaten. Ben sevgiyi yaşıyorum. Onun yanımda olduğu anlar o kadar değerli, o kadar kıymetli ki. Gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek beklentilerle mahvetmiyoruz o anları. Beklentisiz seviyoruz. Sevdiğimiz için seviyoruz. Hayalsiz, geleceksiz, beklentisiz. Anlık seviyoruz.
Deneyin…
Beklentisiz, sevmeyi deneyin bir gün...
Beklentilerle boğduğunuz aşklarınıza acıyacaksınız…

GERÇEK SEVGİ

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki
demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.

ESKİ BİR ANIT MEZAR YAZITI

Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış olmazsın. İşini öyle sevki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değerlidir.

Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih etme. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.

Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkânsızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki; herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, şefkatli, bağışlayıcı ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya insanoğlunun biricik güzel mekânıdır…

31 Ağustos 2008 Pazar

HATALI PLAK KAYDI YÜZÜNDEN İSTİKLAL MARŞIMIZI YILLARDIR YANLIŞ SÖYLÜYORUZ...

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngörün bestelediği İstiklal Marşımızı 1930 yılından beri büyük coşkuyla okuyoruz.Ama yanlış okuyoruz neden mi?
Besteye yapılan eleştiri temposunun çok ağır olması ve cenaze marşı gibi olması.Osman Zeki Üngör de bu eleştirilere katılıyordu.Ama haklı bir gerekçesi vardı hata kendinden kaynaklanmıyordu.
Sahibi'nin sesi İstanbul'da bir müzik şirketi'nin adıydı.Şirketin üç ortağından Kayseri kökenli Vahram Gesaryan İstiklal Marşını plağa kaydetmek istedi.Bu nedenle besteci Üngörle bir anlaşma imzaladı.İngiltere'den getirilen ses teknisyenleri'nin kontrolünde besteci Üngör orkestra eşliğinde Milli marşı stüdyoda kaydetti.Fakat aksilik oldu;marş plağın aynı yüzünün yarısını doldurabildi.Şirket yöneticileri devreye girdi plağın dolması için yeniden çalınmasını istediler.
Besteci Üngör yanaşmadı ortam gerilince bir teklifte bulunuldu:Marşı biraz ağır çalalım plak böylece dolar.Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır ,olur biter.
Besteci Üngör kendi edip kendi bulmuştu;marş çalınırken gramofonun hızıyla ayarlama yapılacağını kim düşünebilirdi ki?
Doğal olarak Milli Marş plağa okunan bu ağır temposuyla Türkiye'ye yayıldı.Radyolar bile aynı yavaşlıkla çalmaya başladı.İşin garip tarafı plağa besteyi okuyan kişide bir ermeni Edgar Manas.

17 Haziran 2008 Salı

GAZETE BAŞLIKLARI









(Sitene Ekle)

Paratıkla.com deneyin

Paratikla.com - Internette Gezinirken Para Kazanın

paratıkla kazan

Paratikla.com - Internette Gezinirken Para Kazanın